Bir Şehir, Bir Hayat, Bir Hikâye, Bir Baba Kız: Aslı Özge’nin Faruk Filmine Dair
Aslı Özge, sinemada yarattığı derinlikli karakterler ve toplumsal meselelere getirdiği farklı bakış açısıyla tanınan bir yönetmen. Onun filmleri, izleyiciyi sadece bir hikâyeyi izlemekle bırakmıyor; aynı zamanda seyredeni hayatın içinde kaybolan detayları keşfetmeye davet ediyor. Yıllar önce izlediğim (ve aslında ucundan yapım sürecinde de yer aldığım) Hayatboyu’ndan sonra, hafta sonu MUBİ’de Faruk ile Aslı Özge’nin ustalığını bir kez daha deneyimleme fırsatı buldum. Hazır düzenli yazmaya başlamışken, Faruk filmi üzerinden Aslı Özge sinemasını, şehir hayatına dair yaptığı gözlemleri ve insan ruhunu anlatmadaki becerisini ele alayım istedim.
Faruk: Bir Apartman, Bir Hayat, Bir Direniş
Faruk, Aslı Özge’nin gerçeklik ve kurmaca arasındaki ince çizgiyi ustalıkla kullandığı bir film. Hikâye, İstanbul’da yaşayan 90’lı yaşlardaki Faruk’un, yıllardır oturduğu apartmanın yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıyla başlıyor. Apartman sakinlerinin toplandığı yönetim toplantıları, kentsel dönüşüm projeleriyle ilgili tartışmalar ve Faruk’un bu süreçte yaşadığı duygusal mücadeleler film boyunca ana ekseni oluşturuyor.
Faruk’un apartmanı – Selamiçeşme’deki Güneri Apartmanı, yalnızca bir yaşam alanı değil; aynı zamanda geçmişine, anılarına ve aidiyet hissine tutunduğu bir yer. Film, bir binanın yıkılmasını bireysel bir trajediye dönüştürerek, İstanbul’un sürekli değişen yüzünü ve kentsel dönüşümün bireyler üzerindeki etkisini izleyiciye hissettiriyor. Aslı Özge’nin İstanbul’u bir karakter gibi resmetmesi, şehrin karmaşası, gürültüsü ve sürekli dönüşümüne dair güçlü bir anlatı sunuyor. Bu anlatıya kenardan bir bağımsız sinemacının yaşadığı zorluklar da eşlik ediyor.
Hayatboyu’ndan Faruk’a: Aslı Özge’nin Tematik Derinliği
Aslı Özge’nin önceki filmlerine aşina olanlar, Faruk’un tematik derinliğinin onun sinema anlayışının bir devamı olduğunu fark edecektir. Örneğin, Hayatboyu, uzun süreli bir ilişkinin içinde sıkışıp kalan bir çiftin hikayesini anlatırken, bireylerin içsel çatışmalarına ve toplumsal rollerine odaklanıyordu. Faruk ise daha yaşlı bir karakter üzerinden benzer bir duygusal yoğunluğu işliyor. Üstelik de Faruk’un gerçekten de Aslı Özge’nin babası oluşu; baba-kız ilişkisi üzerinden bambaşka bir yoğunluğu da beraberinde getiriyor.
Her iki filmde de Özge’nin minimalist yaklaşımı dikkat çekiyor. Karmaşık olay örgüleri yerine, karakterlerin iç dünyasına odaklanıyor ve izleyiciye olayları anlamlandırması için bir alan bırakıyor. Bu alan, izleyiciyi hikayenin bir parçası haline getiriyor; bizleri sadece gözlemci olmaktan çıkarıp birer “katılımcı” yapıyor.
Gerçeklik ve Kurmaca Arasında Bir Yolculuk
Faruk, belgesel ve kurmacayı harmanlayan yapısıyla sinema dilinde yenilikçi bir deneme sunuyor. Filmde, Faruk’un gerçek hayattaki kişiliği ve onun filmdeki rolü arasında sürekli bir geçiş var. İzleyici, bir noktadan sonra kurmaca ile gerçeği ayırt etmekte zorlanıyor ve bu durum, filmin anlatısını daha etkileyici kılıyor.
Bu tarz bir yaklaşım, Aslı Özge’nin sinema dünyasındaki cesaretini ve yenilik arayışını bir kez daha gözler önüne seriyor. Özge, yalnızca bir hikaye anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda sinema dilini sorguluyor ve izleyiciyle daha doğrudan bir bağ kuruyor.
Kentsel Dönüşüm ve İnsan Hikayeleri
İstanbul gibi sürekli değişen bir şehirde, kentsel dönüşüm yalnızca fiziksel bir değişim değil; aynı zamanda toplumsal ve bireysel dönüşümleri de beraberinde getiriyor. Faruk, bu dönüşümün insani boyutunu gözler önüne seriyor. Faruk’un apartmanını kaybetme korkusu, geçmişini kaybetme korkusuna dönüşüyor. Film, kentsel dönüşüm projelerinin arkasındaki ekonomik ve politik güçleri eleştirmeden, bu projelerin bireyler üzerindeki etkisine odaklanıyor.
Faruk’un toplantılardaki çaresizliği, geçmişine tutunma çabası ve kendini ifade edemeyişi, aslında İstanbul’da yaşayan birçok insanın yaşadığı ortak bir deneyim. Bu açıdan bakıldığında, Faruk sadece bir karakterin değil, aynı zamanda bir şehrin hikayesini anlatıyor.
Faruk’u izlediğimde, Aslı Özge’nin sinemasına olan hayranlığım bir kez daha pekişti. Onun filmleri, karakterleri aracılığıyla hem bireysel hem de toplumsal dönüşümleri ele alıyor. Özge’nin minimalist ama etkileyici sinema dili, izleyiciyi hikayenin içine çekiyor ve onları düşünmeye teşvik ediyor.
Faruk, hem İstanbul’un değişen yüzüne dair güçlü bir eleştiri hem de bireyin anılarına, geçmişine ve aidiyet hissine olan bağlılığının bir yansıması. Aslı Özge, bu filmle bir kez daha sadece Türkiye sinemasında değil, uluslararası arenada da ne kadar önemli bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor. (2024’de hem filmin hem kendisinin kazandığı ödüllerle bu kanıt daha da pekişmiş oluyor diye düşünüyorum) Eğer henüz izlemediyseniz, Faruk’u mutlaka listenize ekleyin. Bu film, bir hikayeden çok daha fazlasını sunuyor: Bir insanın yaşamına, bir baba kızın ilişkisine ve bir şehrin ruhuna dair derin bir bakış.